“`html
“Öğretmenler açısından durum pek iç açıcı değil. Son yıllarda öğretmenlik mesleği değer kaybetti, güvencesizlik yaygınlaştı ve öğretmen özerliği neredeyse tükenme noktasına geldi. Ataması yapılmayan öğretmen sorunları ve mülakat mağduriyetleri, geniş kitleleri etkileyen ciddi bir mesele haline geldi. Kamu eğitimine yönelik yapılan müdahaleler sonucunda, sözleşmeli ve esnek çalışma modelleri yaygınlaştırıldı.”
“AKP hükümeti döneminde özel okullar, resmi bir devlet politikası olarak teşvik edildi. 23 yıl öncesinde eğitim sisteminde özel okulların payı yüzde 2’nin altındayken, bu oran günümüzde 4 kat artarak yüzde 8’in üzerine çıktı. Devlet okullarında sağlanan eğitimin kalitesi ise düşürüldü ve dinselleşme eğilimleri artırıldı.”

Evrensel Gazetesi Yazarı Erkan Aydoğanoğlu ile eğitim konusunu ele aldık.
Son yıllarda Türkiye’deki eğitim politikalarındaki değişim, eğitimi kamusal bir hak olmaktan çıkararak nasıl bir etkide bulunuyor? Bu süreçten öğrenciler, öğretmenler ve toplum nasıl etkileniyor?
Son dönemde gerçekleşen eğitim politikası değişimleri, öğrencilere, öğretmenlere ve genel topluma çok yönlü ve derin etkiler yaratmaktadır. Bu değişim, neoliberal politikalar ile siyasal İslamcı ideolojinin birleşimi sonucunda, eğitimi toplumun eşitliğini sağlamak ve kamu yararını gözetmek yerine, piyasa ihtiyaçlarına göre şekillenmiş bir araç haline getirmiştir.
Özellikle emekçi sınıflardan gelen öğrenciler için eğitim, artık toplumsal konumlarını değiştirme fırsatı sunmaktan uzakta. Kaliteli eğitim, giderek özel okullar ve ücretli kurslarda sağlanırken, devlet okulları ise kaynak yetersizliği ve nitelik kaybı ile baş başa kaldı. Bu durum, yoksul öğrencilerin piyasada daha hızlı iş gücü olarak yer alması ya da umutsuzluk içinde kalmasıyla sonuçlandı. Dini referanslarla oluşturulan müfredatlar ve imam hatip okullarının yaygınlaşması, eleştirel düşünmeyi engelleyerek itaatkâr bireyler yetiştirme hedefini benimsedi. Bunun sonucunda, bireysel özgürlük alanları daralmış oldu. Ayrıca, eğitimdeki dinselleşme uygulamaları, laiklik ilkesine ağır darbe vurdu. “Tek din tek mezhep” anlayışıyla zorunlu din derslerinin yanı sıra, sayıca fazla din dersi konulmasıyla öğrenciler bu dersleri seçmeye zorlanmaktadırlar.
Milli Eğitim Bakanlığı, tarikat ve cemaatlere bağlı derneklerle, hatta çeşitli ülkü ocaklarıyla işbirliği protokolleri imzaladı. ÇEDES gibi projelerle dini etkinlikler sınıflarda sergilendi. Öğrencilerin gözleri önünde maket mezarlarla yas tutma, Kâbe maketi etrafında hac ibadetinin pratik olarak gösterilmesi gibi pedagojik açıdan son derece sakıncalı uygulamalar yapılıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, ÇEDES kapsamında okullara imamlar ve “manevi danışmanlar” atamaktadır. 1739 sayılı Milli Eğitim Kanunu’na göre eğitim hizmetlerinin yalnızca öğretmenler tarafından verilmesi gerekirken, imamlar ve manevi danışmanlar “değerler eğitimi” adı altında sistemin bir parçası haline getirilmeye çalışılıyor.
Eğitim konusunda bu tablo öğretmenler için de oldukça olumsuz. Son yıllarda öğretmenlik mesleği değer kaybederken, güvencesizlik artmış, öğretmenlerin özerklikleri ciddi bir tehdit altına girmiştir. Ataması yapılmayan öğretmenler ve mülakat mağduriyetleri, geniş bir kesimi etkilemektedir. Kamu eğitiminde yaşanan tasfiyeyle birlikte, sözleşmeli, ücretli ve esnek çalışma biçimleri yaygınlaştırılmıştır. Bu durum, öğretmenlerin ekonomik, mesleki ve pedagojik açıdan zayıflatılmasına neden olmuştur. Ayrıca, öğretmenlerin sendikal örgütlenmeleri ve özgür düşünceleri sistematik baskılara maruz kalmıştır. Yandaş sendikaların desteklenmesi ve bağımsız demokratik sendikaların hedef alınması, sürecin bir parçasıdır.
Toplum açısından değerlendirildiğinde, eğitimde yaşanan dönüşüm, eğitimi bir “hak” olmaktan çıkararak bir “ayrıcalık” durumuna dönüştürdü. Parası olan aileler çocuklarını özel okullara ve derslere yönlendirebilirken, emekçi ailelerin çocukları meslek liselerine veya açık liselere yönlendirilerek eğitimin dışına itilmiştir. Bu da toplumda sınıfsal uçurumları derinleştirirken, sosyal adalet ilkelerini büyük ölçüde zayıflatmıştır.
Bu nedenle, kamusal, bilimsel, laik ve demokratik eğitim anlayışının benimsenmesi dışında bir çözüm yolu görünmemektedir.
2024-2025 eğitim öğretim yılı itibarıyla yürürlüğe giren yeni müfredat, laiklik, bilimsel düşünce ve eleştirel düşünmeyi geriye itmektedir. Bu değişikliklerin eğitim ve toplumsal gelişim üzerindeki etkileri neler olabilir?
Yeni müfredat, açık bir şekilde laiklik ilkesini, bilimsel bilgiyi ve eleştirel düşünmeyi sistemin dışına atan ideolojik bir müdahale olarak karşımıza çıkıyor. 2017’de yapılan değişikliklerin daha da ileri götürülmeye çalışıldığı söylenebilir. Bu değişiklikler; iktidarın “tek din tek mezhep” anlayışı ile paralel bir toplumsal dönüşüm hedefine yönelik olarak, eğitim sisteminde kurumsallaştırılmayı amaçlamaktadır. Oysa laiklik, sadece din ve devlet işlerinin ayrılması değil, aynı zamanda çeşitli inançların, düşüncelerin ve yaşam biçimlerinin eşit düzeyde var olabilmesinin en önemli güvencesidir. Laik bir toplumda devlet, tüm inançlara karşı eşit mesafede durmalıdır, ancak bizim ülkemizde tam tersi bir durum söz konusudur.
Yeni müfredat ile ders kitaplarında dini içeriklerin artması ve bilimsel bilginin arka planda kalması, laik ve bilim temelli eğitimin önünde ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Aynı zamanda eğitimin piyasa taleplerine göre yapılandırılması hedeflenmektedir. Öğrencileri eleştirel ve yaratıcı düşünmekten ziyade, dar bir alanda iş gücü piyasasının ihtiyaçlarına göre yetiştirmek istenmektedir. Böyle bir yaklaşım, öğrencileri belirli meslek gruplarına yönlendiren bir eğitim anlayışını gündeme getirirken, toplumsal çeşitliliği göz ardı etmektedir.
Bilimsel bilgi ve eleştirel düşünme becerileri, öğrencilerin sorgulayan, düşünen bireyler olarak yetişmelerini sağlar. Bu unsurların müfredattan sistematik biçimde çıkarılması, nesnel bilginin yerini dogmatik kabullere bırakması, akıl ve bilimi itaate dayanan bir eğitim anlayışının yerleşmesine yol açacaktır. Bu da uzun vadede; bireylerin özgür düşünme yeteneklerini daraltmayı ve otoriter yönetim anlayışını pekiştirmeyi amaçlayacaktır. Dolayısıyla, laik, bilimsel ve kamusal eğitim mücadelesi sadece eğitim alanını değil, aynı zamanda demokrasi, özgürlük ve toplumsal eşitlik mücadelesinin de ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir.
Eğitimde fırsat eşitliği ilkesinin sadece kâğıt üzerinde kaldığı bir dönemde yaşıyoruz. Özellikle dezavantajlı gruplar büyük engellerle karşı karşıya. Bu eşitsizliklerin sebepleri nelerdir ve çözüm nasıl sağlanacaktır?
Her bireye eşit eğitim fırsatları sağlamak, herkesin eğitim hakkından aynı koşullarda yararlanması anlamına geliyor değildir. Bireylerin sosyoekonomik durumları, anadilleri, ilgi ve yetenekleri gibi etkenler, farklı eğitim olanaklarını gerektirebilir. Bu nedenle, eğitim erişimini sağlamak için “eğitimde fırsat eşitliği” yerine “eğitim hakkı” kavramını tercih etmek daha doğru olacaktır.
Eğitimdeki eşitsizlikler, yalnızca teknik veya bölgesel sorunların bir sonucu değil; mevcut sistemin yarattığı sınıfsal eşitsizliklerin kaçınılmaz bir sonucudur. Kapitalist yapı, yoksul grupları eğitimin dışına iterek sınıfsal tahakkümünü sürdürmektedir. Yoksul ailelerin çocukları genellikle meslek okullarına, imam hatiplere ve açık liselere yönlendirilirken; zengin ailelerin çocukları özel okullara veya akademik liselere yönlendirilmektedir.
AKP döneminde özel okullar, devlet politikası olarak teşvik edilmiştir. 23 yıl önce özel okulların eğitim sistemindeki payı yüzde 2’nin altındayken, bugün bu oran 4 kat artarak yüzde 8’in üzerine çıkmıştır. Devlet okullarında verilen eğitimin niteliği düşürülmüş ve dinselleşme uygulamaları artmıştır.
Bütün bu sorunlara çözüm bulmak elbette mümkündür. Laik, bilimsel ve kamusal eğitim anlayışı; günümüzde yaşanan eşitsizliklerin giderilmesi için yalnızca bir seçenek değil, aynı zamanda bir zorunluluk haline gelmiştir. Kamusal bir anlayışla, laik ve bilimsel ilkelere dayalı bir eğitim sisteminin benimsenmesi durumunda herkesin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanması sağlanabilir. Ancak bunun için mevcut eğitim politikalarının ve bu politikaların dayandığı felsefenin terk edilmesi gerekmektedir.
Günümüzde eğitim sisteminin giderek piyasa ihtiyaçlarına göre şekillenmesi, eğitimin kamusal bir hak ve toplumsal dönüşüm aracı niteliğini nasıl etkiliyor?
Bugün eğitim sisteminin piyasa için şekillendirilmesi, eğitimin kamusal bir hak ve sosyal bir dönüşüm aracı olma niteliğini ciddi biçimde zayıflatıyor. Bu durum, öğrencilerin çok yönlü gelişimini, eleştirel düşünme yeteneklerini ve sosyal sorumluluk bilincini olumsuz etkiliyor. Özellikle mesleki eğitimin ortaokul düzeyine indirilmesi ve MESEM (Mesleki Eğitim Merkezleri) uygulamaları, bu dönüşümün en çarpıcı örneklerindendir. MEB’in lise eğitiminin zorunlu olmaktan çıkarılması girişimlerini de aynı çerçevede değerlendirmek gerekir.
Ortaokul çağındaki çocuklar meslek seçimlerine zorlanmakta, bu durum onları erken yaşta piyasa şartlarına uyum sağlamaya yönlendirmektedir. Oysa bu dönem, öğrencilerin ilgi ve yeteneklerini keşfedeceği, özgürce düşüneceği bir zaman dilimidir. Bu aşamada yapılan yönlendirmeler, sorunlu bir durum oluşturmaktadır.
MESEM uygulamaları, öğrencileri neredeyse tam zamanlı bir şekilde iş gücüne dahil etmeyi hedefler. Haftada bir gün okula gidip, diğer günlerde işletmelerde çalışmaları teşvik edilmektedir. Bu durum, gençlerin “ucuz iş gücü” olarak görülmesi anlayışının bir sonucudur. Burada öğrencilerin öğrenme hakları, bilimsel bilgiye erişimleri ve sosyal gelişimleri ihmal edilmektedir. MESEM’e kaydedilen 12 çocuğun yasak olmasına rağmen ağır işlerde çalıştırılması, durumun ne kadar kritik olduğunu gözler önüne sermektedir.
Geleceğimiz açısından önemli olan, eğitim sisteminin piyasa ve sermaye ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesidir. Bu durum, bireyleri yurttaşlıktan uzaklaştırıp, piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillendirilen bir “nesne” veya “iş gücü” haline dönüştürmektedir. Eğitim sisteminin amacı yalnızca iş gücü yetiştirmek değil, aynı zamanda düşünen, sorgulayan bireylerin yetişmesini sağlamaktır.
Eğitim sistemindeki dönüşümler, mevcut ekonomik, toplumsal ve siyasi sistemin gelişimleriyle yakından bağlantılıdır. Türkiye gibi ülkelerde laiklik ve laik-bilimsel eğitim mücadelesi, çocuk hakları, eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelesi ile aynı düzlemde değerlendirilmelidir. Eğitim sisteminin geleceği, ideolojik kontrol altında mı tutulacak yoksa çocukların daha nitelikli bir eğitim alması adına mı mücadele edileceği belirlenmelidir.
Eğitim, tarafsız ya da nötr bir alan değildir. Mevcut egemen sınıfın kontrolünde, sorgulamayan ve uyum sağlayan bireyler yetiştirmek için kullanılabileceği gibi, halkın özgürlüğü ve emekten yana bir yaşamın kurulması mücadelesinin aracı olarak da işlev görebilir.
Eğitim, başka bir toplum ve adaletli bir dünyanın mümkün olduğuna inananlar için güçlü bir mücadele alanıdır. Eğer çocuklarımızın özgür düşünceli, bilimle barışık ve eşitlik anlayışı ile yetişmelerini istiyorsak, onları yalnızca sınavlara değil, hayata hazırlamamız gerekecektir. Bu mücadelenin, öğretmenler, eğitim emekçileri, veliler ve öğrencilerin ortak çabasıyla sürdürülmesi şarttır. Kamusal, bilimsel ve laik bir eğitim hakkı mücadelesi, daha eşit ve demokratik bir toplumun temellerini atmak anlamına gelmektedir. Bu noktada yapılacak seçimler, ülkenin geleceği açısından belirleyici olacaktır.
Değerli bilgileriniz için teşekkür ederim sevgili hocam. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…
“`
More Stories
Kayyumun kararı mahkemelik oldu
Malatya’da hastane acil servisinde silahlı kavga: 3 yaralı!
Bıçakladıktan sonra “eşim hasta” diyerek taksi çağrıdı